Doğduğu köy Çukur Dereköy’ ün başındaki „Asar” denilen yere, epey uzamış çamların arasından yürüyerek çıktı. Ev büyüklüğünde olan taşın üzerine tırmandı. Kollarını iki yana açarak şöyle etrafına göz gezdirdi. Rahımlı dağının eteğine serpilmiş köyleri bir bir bakışlarıyla okşadı. İçi göynüdü, çocukluk yıllarına döndü anılarıyla. Gözleri doluksamıştı. Ha boşandı, ha boşanacak ipil ipil yaşlar. Birden aklına geldi ve „erkekler ağlamaz” dedi kendi kendine. Gözyaşlarını içine akıttı. Anıları daha çok canlandı. Gözlerini kapattı. Öylece bir müddet kalakaldı. Yakınlarda yanık yanık öten bir bülbülün sesi, kulaklarına, içine aktı. Hafiften esen rüzgara aldırmıyor, bülbülün nağmelerini dinliyordu. Yan taraftan bir başka bülbülün şarkısı işitildi. Oturdu, başını elleri arasına aldı. Bakışını karşı dağdaki bir noktaya mıhladı. Baktı, baktı, baktı. Bülbüller hala ötüşüyordu. Bir ara masalımsı, tatlı rüyalarla süslü, uykudan uyanırcasına kımıldadı. Önce kır çiçeklerinin kokusunu genizlerine, ciğerlerine dolduğunu hissetti. Sonra mis gibi temiz havayı derin derin içine çekti, bir daha, bir daha. Ardından kendi bestesi olan „Canım Rodoplar” türküsünü yandıra yandıra okumaya başladı. Sesi dağ-taş, dere boylarında yankılandı. Okuduğu birkaç Rodop türküsünden sonra sıra „Küçük yaşta aldım sazı elime” türküsüne geldi. Berrak, dağ suları gibi berrak. Çın çın öten bir ses.
Evet, Fahri sazın tellerine ilk dokunduğu günleri anımsadı. Henüz yedi yaşındaydı. Babası Nuri ağa bu yörede ,,kaza mehteri” diye ün yapmıştı. Bir akşam el yapımı güzel bir bağlamayla toplandı evine. Koşukavak yöresinin Çalköy’lü Ahmet ustanın yaptığı saz. O akşam Fahri’nin gözüne uyku girmemişti, meraktan adeta uçuyordu. Yüreğini güzel bir heyecan sarmıştı, pırıl pırıldı. Sazı elinden hiç bırakmıyor, çalıyor okuyor, okuyor çalıyordu. Müzik merakıyla yanıp tutuşan oğula ilk saz dersleri babadan geliyordu. „Dedem ilk sazı evimize getirdiği zaman, babam dokuz yaşındaymış” diye anımsıyor Rodop üstadı. Zvezdel köyü folklor festivalinde 4.sınıf öğrencisiyken sazla çalarak söylediği türküden etkilenen, Plevneli gazeteci-yazar, Fahri hakkında yazdığı makaleye „Geleceğin Orfey’i” başlığını verdi. „Bu yazı beni müziğe daha sıkı sarılmamı teşvik etti” diyor Fahri. „Annemin yandıra yandıra okuduğu eski türküler bende derin izler bıraktı. Hala kulaklarımda çınlıyor.” „Derken lise yılları gelip çattı. Sazım bensiz, ben de onsuz olamıyordum. Rodop dilberi, genç kızlara aşık olmamdan önce sazıma bağlanmıştım. Sevda türküleri dökülüyordu sazımın tellerinden. Gönlümde bir sevinç, bir duygu dünyası. Yaprak yaprak açan duyguları, türkülerle insanların yüreğine de serpiştirmek istiyordum. Onlarla güzelliği ve ışığı doya doya paylaşmak vardı, filiz filiz açan emellerimde.” Sazıyla, ilk ayrılışı askerlik çağına geldiğinde olmuştu. Kışlada üç-beş ay sazından ayrı kalmış, dünyası kararmıştı. Her gece çok sevdiği sazını rüyasında görüyordu. Yarine sık sık mektuplar yazıyor, sazı ve yarinden ayrı kalmanın derin acısını dile getiriyordu. Bir gün komutanın huzuruna çıkıp derdini anlattı. Fahri artık sazına kavuşmuştu. Hem vatan borcunu ödüyor, hem de asker arkadaşlarına gurbet ve aşk türküleri okuyup, onları eğlendiriyordu. „Askerlikten sonra, festivaller, kız kınaları, düğün-dernek, dost meclisleri ve muhabbetleri derken, müzik benim için vazgeçilmez bir uğraşı oldu ve yaşam biçimine dönüştü. Neşet Ertaşı radyodan işitince, gerçek sazın nasıl çalınması gerektiğini anladım. O büyük üstadı kendime örnek seçtim. Tabi öz kaynağımız Rodop ve Rumeli türkülerinden hiç bir zaman vazgeçmedim” diyor Fahri. 89 göçü, Fahri’yi de doğduğu ve çok sevdiği Rodoplardan koparıp, Ege kıyılarına, İzmir’e sürükledi. Yine anılara dalıyor Fahri: „Türk-Amerikan kültür Derneğinde, kültür etkinliklerine, sürekli müzik icraatlarına davet edildim. O faaliyetler beni Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuvarıyla buluşturdu. 1993-de Halk Müziği sınavlarına girdim ve konservatuvarı iyi başarıyla kazandım. Beş yıl eğitim aldıktan sonra, kendi bestelerimi de yapmaya başladım. Yerel ve Ulusal televizyon kanallarında defalarca programlara katıldım. Türkiye’de „Balkan” müzik grubunun kurulmasında öncülük ettim. Değişik yerlerde düzenlenen konserlerde başrolü oynadım.” Tarihin derinliklerinden bugüne kadar gelen ve insanlığa mal olmuş o büyük mitolojik ve destanlaşmış ozan Orfey’in geleneğini Rodoplar’da devam ettirme yönünde bir misyon duygusu ve mecburiyeti hasıl olmuştur Fahri’nin içinde. Birkaç yıl önce, yaşadığı İzmir’de emekliye ayrılınca doğup büyüdüğü ve çok sevdiği Rodoplar’a ve şirin köyüne kavuştu.
Zvezdel köyünde 15 müzisyenden oluşan „Lira” grubunu oluşturup, ülkenin değişik yörelerinde konserler verdiler. Kısa sürede, güzelim türkülerimizle halkın gönlünde taht kurdular, sevildiler. Fahri’nin emelleri birer birer gerçekleşiyordu. İnsanlara, yüreğinde şiirleşmiş duygularını, müziğiyle, türküleriyle aktarıyordu. Kırda bayırda, çeşme başında eşini gördüğünü, suyolunda bakırından su içtiğini bile koymuş türküsüne. Türküleri, gönülleri doğan güneş gibi aydınlatıyor ve ısıtıyordu. İnsanı ince bir duygu sarıyordu. „Müzik bence hayatın ifadesidir, bu sonsuz evrende birtek insanoğluna bahşedilen yüce bir değerdir. Yaşantımıza dair herşeyin ifadesidir, ruhumuzun gıdasıdır. Her türkü, nesillere bozulmadan aktarılmalı”, diyor Rodop ozanı Fahri. „Çünkü taşıdıkları zenginlik çok değerli.” |